ÇAĞATAY ARSLAN
Batı Karadeniz’in engebeli yollarında 360 km pedal çevirmek, sadece bir dayanıklılık testi değil, tarihin fısıldadığı ve insan sıcaklığının parladığı bir yolculuktu.
Halkın bir kesimini diğerine nazaran kayırmak sayılmayacaksa, ülkemizin güzide bölgeleri arasında en mütevazısı olan Batı Karadeniz’in bir ferdi olarak biraz bölgecilik yapacağım. Uzun yıllardır ülkeyi Rize-Trabzon hattının yönettiği, Güneydoğu’nun her daim söz sahibi olduğu, Adana-Osmaniye önünde ceketlerin iliklendiği, sahil hattının muhalif damarı ve İç Anadolu’nun doğusuyla beraber Anadolu irfanını temsil ettiği bir Türkiye’de, Batı Karadeniz’in kaderine hep bir gariplik hükmetmiştir. Sessiz, göz ardı edilmiş bir kader, tıpkı pelotonun ardında kalan bir bisikletçi gibi.
Paflagonya’nın Geçmişine Bir Bakış
Tarihte bu işler böyle değildi. Anadolu kapısını 1071’de açan Türkler, bir koşuda Batı Karadeniz’i fethetmiş ve kökleşmişlerdi. Osmanlı daha kıdemsiz bir astsubay iken, Candaroğlu Beyliği üç yıldızlı tuğ takan atlılarla gezmekteydi.
Ancak coğrafya kaderdi; sınırınızda koca Kayzer’in Bizansı varsa ve siz Bizans’a yenilmiyorsanız, mağlup ettiğinizin gücü size intikal ediyordu. Candaroğlu Beyliği, kadim Paflagonya bölgesinde sınırları dâhilinde imar, iskân ve refahı artırmaya yönelik çalışmalar yaparken, sınırlarını yetersiz gören Osmanlı, koca Konstantinopolis’i dahi yutarak cihana açılıyordu. İbni Batuta, seyahatnamesinde Candaroğlu’nun başkenti Kastamonu’da minimum maliyetle maksimum alışveriş yapıldığını ballandıra ballandıra anlatır. Candaroğlu toprakları, kendi içinde bol bereket ve az enflasyonla tarihsel zirvesini yaşamaktaydı.
İstanbul’un fethinden sekiz yıl sonra, gözünü Trabzon Rum Devleti’ne diken Fatih, geçiş yolu üzerindeki Candar topraklarını da birliğine katmak istediğinde, son Candar beyi İsmail Bey, bu güneşe kar dayanmayacağının bilinciyle kansız, tüfeksiz tacını çıkarır. Ancak içi biraz buruktur; İstanbul’u fetheden kumandanın Candar topraklarını bünyeye katmak için kurduğu planların bir kısmı arkadan iş çevirme tadındadır. Çeşmi Cihan burasıdır, ama zafere giden yolda her yöntem mübah olmamalıdır.
[Candaroğlu’nun düşüşü hakkında detaylar: https://www.inkilap.com/paphlagonia-185260
İsmail Bey, Filibe’ye sürgüne gider ve Filibe’yi de abad eder. Yolunuz Filibe’ye düşerse, göreceğiniz Türklük mirası, Essultanü’l-mu’azzam Kemaleddin İsmail Bey’in yadigârıdır.
İsmail Bey’in mirasını keşfedin: https://www.kastamonugazetesi.com.tr/son-candar-kemaleddin-ismail-bey/
Tarihte Pedal Çevirmek
Batı Karadeniz’e dair bu kısa tarihsel altyapıdan sonra, gelelim Kastamonu-Sinop-Kastamonu arasındaki bisiklet turunun detaylarına.
[Tüm yolculuğu ve fotoğrafları görün: https://cagatayarslanfilmlerhayatlar.blogspot.com/2025/07/kastamonu-sinop-kastamonu-bisiklet-turu.html
Bisikletle Temmuz’un ortasında Kastamonu-Sinop arasındaki 180 kilometreyi bir günde alma fikri, 12. yüzyıl ortalarından 1461’e kadar yaklaşık 300 yılda Candaroğlu sülalesinin ülkesine miras bıraktığı ve Osmanlı’nın 400 yılda yaptığının fevkinde eserler kadar parlak olmasa da, hayata iki teker üzerinden bakanlar için cazip bir etkinlikti. Kastamonu, bizim çocukluğumuzda kimilerine göre buzdolabı bile yokken(!) iyi bisikletçilerin çıktığı bir şehirdi. Ancak tesis ve altyapı yetersizliği, bizleri ancak 40’larımızdan sonra bisikletle buluşturdu. Dört kişilik grubumuzun yaş ortalaması, 40’larının başındaki arkadaşımızı saymazsak, 50’lerin ikinci yarısındaydı.
180×2, yani toplam 360 km’lik tur, birinci gün gidiş, ikinci gün dinlenme, üçüncü gün dönüş olarak planlandı. Kastamonu-Sinop yolu, Fahriye Abla’ya ruhunu üfleyen Ahmet Muhip Dıranas’a soyadını veren Dıranas Zirvesi’nde 1200 metreye kadar tırmanmaktadır.
[Fahriye Abla’yı dinlemek için: https://www.youtube.com/watch?v=_FdwUdhvWVw.]
Kastamonu’dan giderken bu birinci kategori yokuşu saymazsak rota görece inişli, dönüşte ise neredeyse tamamen yokuşluydu. Her grubun bir zayıf halkası olur; ben de bu grup için zayıf halkaydım. Turun neredeyse tamamını, öndeki üçlüyü geriden takip ederek geçirdim. Gençlere tavsiyem: 40’ınızdan sonra bisiklete binmeyi düşünüyorsanız, ne yapın edin, gençliğinizde bir sporun ucundan tutun. Tutamadıysanız da çok takılmayın; pedallara basın, kâfi. Pedallamazsanız düşersiniz.
Gidiş-dönüş 360 km’lik yol ve 4000 metre irtifa kazanımı anlamına gelen bu sürüş boyunca litrelerce su ve bolca enerji veren besin tükettik.
Dıranas’a Kastamonu tarafından çıkarken hedeflediğimiz çeşme kuru çıkınca, yoldan “OtoSUtop” bile yaptım. Transporter’ı sağa çekerek suyunu paylaşan yüce gönüllü esnafımızı saygıyla selamlıyorum.
Bisikletle böyle bir tur yaparken, yolların tapusunu aldığını düşünen araçların önemli bir kısmı saygı gösterirken, nadir de olsa “Ne işiniz var kardeşim yolda, bisiklet sünnet çocuğu işi” diyenlere biz de en içten karma dileklerimizi gönderdik.
Girişinde hız sınırı 60 km yazan Dıranas Tüneli’ne 120 ile girip 140 ile çıkan araçların tek bir tanesinin bile ceza ödemediğine eminim. Tüneli, Karayolları ekibinin iyi niyetle sağladığı eskort hizmeti ile geçsek de, denetim fetişisti yetkililer bu tünele bir hız ölçer neden koymuyor, anlamadık. O işler, Bağdat Caddesi’ne 50 metrede bir trafik ekibi koyarak olmuyor yani.
Sürüşümüz her iki yönde de sorunsuz, kazasız, sıkıntısız geçti ve sadece tek patlakla nazarları bertaraf etti.
Sinop’un Sıcak Kucaklayışı
Dinlenme günümüz ise tek kelimeyle efsaneydi. Bisikletin iyi insanların harcı olduğunu, iyi insanların iyi dostluklar kurduğunu, iyi dostluklar kuranların dünyayı güzelleştirdiğini bir kez daha deneyimledik. Ekibimizin hekim üyesinin Sinop’ta görev yaptığı zamanlarda tanıdığı ve merkeze bağlı Bektaşağa köyünün bir bölümünü temsil eden Albayrak ailesinin konuğu olduk.
İlk günün sürüş yorgunluğunu, ev yapımı Sinop mantısının cevizli ve yoğurtlu versiyonlarıyla attık. Derin sohbet mi lezzetliydi, yoksa mantı mı, bilemedim. Ailenin genç bireyi, yüzme şampiyonu ve mağara fatihiydi. Ertesi gün cebinde sadece 500 dolarla Sri Lanka’da tek başına 20 gün gezecek, Sri Lanka mağaralarını fethedecekti.
[Berke ya da ablasının deyimiyle Kerke Albayrak’ı takip etmeyi ve yarışmaya katılan muhteşem resmini beğenmeyi unutmayın: https://www.instagram.com/p/DLe-PoGMbYG/?igsh=cGZicm55YXJiNWhz
Bu eğlenceli ve meraklı delikanlıya bu motivasyonu verenin ne olduğunu anlamak uzun sürmedi. Konaklamamız için köyde bize tahsis edilen ev, koskocaman bir bahçe içinde, ahşap işçilikle tamamlanmış mütevazı bir saraydı. Bir yanda ormanlar, diğer yanda bağ ve bahçelerle dolu köy, bir kısmı yurtdışında çalışan işçilerin özenle yaptığı evlerle doluydu. Köy evinde, konfor ve mütevazılığın bileşiminde geçen pazar sabahının huzuru, bahçedeki 100 yıllık meşe ağaçlarının gölgesi ve yedi köpekten oluşan muhteşem Bektaşağa Çetesi’nin eğlencesi ne denli cazip olsa da, Sinop’un ikonik değerlerini ziyaret etmeden olmazdı.
Ev sahibimiz bizi, dinlenme gününün hatrına dört tekerle, İnce Burun’daki Virginia Woolf’a selam çakan en kuzey noktadaki deniz fenerine ve Norveç’le aşık atan Hamsilos Fiyorduna götürdü. Deli dalgaların duvarlarını yaladığı Sinop Kalesi’nin yanından geçerken, Sabahattin Ali’den bu yana bu ülkede solcuların düzen tarafından ezilme sürecinde çok az şeyin değiştiğini düşündüm. Sağın yalan imparatorluğu hükmünü sürdürüyor.
Sinop, yılın yoğun günlerini yaşarken, Karadeniz Akliman’da hırçın, diğer yönde sakindi. Kıyılarından denize girebilen şehirlerin ayrı bir güzelliği vardı ve Sinop kesinlikle böyle bir şehir. Bizde denize girmeden etmedik.
Gün akşama doğru ilerlerken, ev sahiplerimiz bu defa altın renginde kızarmış mezgit partisinde bizi konuk ettiler. Mantıyla şenlenmiştik, mezgitle zirvede bitirdik. Ertesi sabah erken saatte bizi bekleyen yokuşların hatrına köye dönerken, şehirdeki evde bıraktığımız bisikletleri taşımak için bir pikabın ayarlanmış olduğunu gördük. Ev sahiplerimiz ince düşünmenin ötesine geçmişti.
Dönüş: Azim ve Zafer
Ertesi sabah erken saatte, buzlu sular, sandviçler, dinlenmiş bacaklarımız ve huzurlanmış aklımızla Sinop’u Kastamonu’ya bağlayan bitimsiz yokuşlara doğru yola çıktık. Ormanlar arasında kıvrılan yollar yokuşlu olsa da, gönül yorgunluğu değil, gönül huzuruyla yol aldık. Nâzım’ın dediği üzere:
“Beş kıtanın içinden başladı sefer
Gidildi kuzeye doğru, gidildi,
Ormanlar, kayalar, göller, denizler
Şehrine varıldı, şehir yeşildi-”
https://www.siir.gen.tr/siir/n/nazim_hikmet/silahsiz_insanlar.htm
Sinop Gerze Kavşağı’ndan önce Erfelek yönüne, oradan Dıranas Zirvesi’nin 40 km süren yokuşuna, sonra 20 kilometre boyunca deli inişe, ardından Boyabat’a teğet geçip İpekyolu durağı Hanönü’ne, oradan sarımsak başkenti Taşköprü’ye ve sonunda Siyami Özel’in “aşk olsun” diye yaşadığı şehri, bivefa yani Komnenos’un Kalesi Kastra Komnena/Kastamonu’ya sağ salim, terden sırılsıklam ama ruhumuzu geride bırakmayacak hızda ulaştık.
[Siyami Özel’in mirasını anmadan olmaz: https://www.kastamonugazetesi.com.tr/siyami-ozeli-aniyoruz-4/
Dönüş yolunda, arkada kalmanın konforuyla Boyabat Tekke köyünde yolumu kesip bana Tadej Pogačar muamelesi yapan köylü çocuklar ve gençlerden oluşan ekiple çekindiğim fotoğraf, turun övünç madalyası oldu. Batı Karadeniz’in dağlarında, ovalarında, ırmak kenarlarında, deniz sahillerinde; Paflagonyalılardan, Roma’dan, Bizans’tan ve tabii ki Candar’dan kalan mirasla geçen Osmanlı döneminde inişe geçerek eski görkemini arayan insanlar, sakin ve sorgulamayan hayatlarını sürdürmektedir.
Kastamonu’dan Sinop’a, oradan tekrar Kastamonu’ya uzanan 360 kilometrelik bisiklet turu, Batı Karadeniz’in Paflagonya’dan Candaroğlu’na uzanan köklü tarihini, dağların ve denizin kucakladığı doğal güzelliklerini ve yöre insanlarının içten misafirperverliğini keşfetmenin unutulmaz bir yolu oldu.