Osmanlı’nın son dönemlerinde resmî kurumların yenilendiğini görüyoruz. Okullar, askerlik daireleri, kışlalar, hastaneler bu zincirin önemli halkalarıdır. Devleti temsil etmesi bakımından hükûmet konaklarına özel bir önem verildiğini söyleyebiliriz. Bunun en güzel örneklerinden birisi Kastamonu Hükûmet binasıdır.
O dönemde sadece il merkeziyle yetinilmemiş, ilçelerde de hükûmet konakları yenilenmiş. Araştırmalar sırasında Taşköprü, İnebolu, Cide, Daday kaymakamlık binaları aklımda kalanlardan bazıları. Hele Daday hükûmet binasının yapımı var ki, üzerinde önemle durulmalı. Niçin derseniz kısaca anlatayım. Binanın yapımında halktan çok fazla para toplanmış. İlçe merkezi dışında birçok köylü vatandaşın maddî katkısı var. Yapılan bağışlar uzun listeler halinde gazetede yayımlanmış. Bir anlamda Daday’ın kütüğü dersek abartmış olmayız. Tavsiye ederim, Dadaylı bir hemşerimiz konuyu araştırsın; büyük olasılıkla kendi ecdâdından birini listelerde mutlaka bulacaktır. Halk katkısı her bakımdan önemli.
Bugünkü konumuz Taşköprü hükûmet konağının açılışıyla ilgili. Söz konusu olan, 1894 yılında hizmete açılmış olan konaktır. Şimdi Taşköprü’de mevcut olan hükûmet konağı ile bir bağlantısı var mı, yok mu bilemem. Eğer aynı konak ise 123 yıllık bir binadan söz ediliyoruz demektir. Değilse bilelim ki eskiden bir kaymakamlık binası yapılmış, sonra yıkılmış gitmiş. Veya aynı yere yenisi yapılmış da olabilir.
Hükûmet konağının yapımına ne zaman başlandığını bilmiyoruz. Ancak bu tür binalar en fazla iki senede bitiriliyor. O bakımdan inşaata 1892’de başlanmıştır diyebiliriz. Her ne ise; işler bitmiş. Açılış için nezaket gereği kaymakam, valiyi davet etmiş. Vali, meşguliyetinin fazla olması nedeniyle gidememiş, Kastamonu belediye başkanı Hâfız Bey’i görevlendirmiş.
Hükûmet konağı 1 Mayıs 1310 (bugün kullandığımız milâdî takvime göre 13 Mayıs 1894) Pazar günü törenle hizmete girmiş. Katılım çok kalabalık olmuş. Askerî ve sivil memurlar, ülema, eşraf, ilçenin önde gelen kişileri, ihtiyat efrâdı, zâbıta ve öğrenciler toplanmış. Âdettir, önce kurbanlar kesilmiş. Rüştiye mektebi muallimi Nuri Efendi güzel bir dua yapmış, herkes ‘Âmin’ demiş; sonra her zaman olduğu gibi üç kez “padişahım çok yaşa!” diye bağırmışlar. Hâfız Bey açılışta bir konuşma yapmış; kaymakam İsmail Hakkı Efendi de mukabelede bulunmuş. Ancak gazetede sadece Hâfız Bey’in konuşmasına yer verilmiş. Katılanlara kahve ve şerbet ikram edilmiş.
Hâfız Bey’in konuşması:
“Efendiler!
Pâdişâh-ı âli menkabet, şâhenşâh-ı hamidü’l-haslet velinimet-i biminnet efendimiz hazretlerinin sâye-i ümransermâye-i cenâb-ı mülükânelerinde memâlik-i mahrûsetü’l-mesâlih-i hilâfetpenâhilerinin her cihetinde, nevbenev tecellisâz-ı uyûn-ı şükran olan âsâr-ı memuriyet ve mükemmeliyetten Taşköprü kazasının dahi hissedâr-ı şeref ve mefharet olduğunun en dilnişîn bir eser-i celîl ve cemili bulunan şu nevdâr-ı hükûmeti de görmekle bahtiyarız.
“Zât-ı âli-i vilâyetpenâhi iş bu resm-i bihini bizzat icrâ etmek arzusunda bulunmuş ise de meşguliyet-i fevkalâdesi şimdilik teşriflerine haylûlet eyledi. Bu âcizi tevkil ve i’zam buyurdular. Biz de şimdi o resm-i âliyi icrâ etmek şerefiyle bir kat daha iktisâb-ı şeref ve mefharet eyliyoruz.
Şehriyâr-ı âli tebâr tâcdâr-ı münevverü’l-efkâr efendimiz hazretlerinin ecl-i a’mâl-i hayriyet-i iştimâl-i hümâyûnlarını memâlik-i mahrûse-i şâhânelerinin her cihetini âsâr-ı ma’mûriyetle gıbtabahşâ-yı aktâr-ı cihan ve bilcümle zîrdestân-ı sâdıku’l-cinân-ı mülükânelerini saâdet-i hal ve istikbâline ait inâyet ve avâtıf-ı cenâb-ı cihanbârilerini ibzâl ile cümlemizi şâdan ve kâmran buyurmaktadırlar. Böyle bir zıll-ı zalil-i lâyezalin sâye-i saâdetvâyesinde müstentil? olmak kadar saâdet ve bahtiyarî tasavvur olunamaz..
Hemen cenâb-ı rabb-ı mennan vekil-i resûl-i zîşân halife-i fârûk unvân-ı velinimet-i cihan ve cihâniyân efendimiz hazretlerini ilâahirü’z-zaman erikepirâ-yı şevket ve şan ve cümlenizi de böyle nice nice müessir-i celile-i ümrân ve terakkinin müşâhede-i emsâl-i lâyuhsâsıyla rehin-i mefharet-i bîpâyân buyursun.”
O gün Kastamonu Vilayet Gazetesi yazarı Sadık Vicdânî Efendi bir şiirle açılışa tarih(1311) düşürmüş.
Vucûd-ı hazret-i Abdulhamit Han
Bütün dünyada istiad edildi
Yed-i pâk-i hümâyûnuyla Hakka
Sirâc-ı adl ü dâd ikad eyledi
Bakın her yerde lûtf-ı şâmiliyle
Halâik doğrusu is’ad edildi
Memâlik-i sâye-i şâhânesinde
Birer suretle hep âbâd edildi
Bu Taşköprü’de de esbâb-ı ümran
Sahihen pek güzel âdâd edildi
Yazdı Sâdık kulu (Vicdanî) tarih
Hükûmet-i habbezâ bünyâd edildi.
Yazıyı okudunuz. Şimdi bir eleştiri yapalım. Hâfız Bey’in bu konuşmasını Taşköprü’de kaç kişi anlamıştır dersiniz. Üstelik belediye başkanı; halkın diliyle konuşması gereken bir insan. Ne hikmetse ağdalı dil kullanmayı seviyorlar. Oysa halkın diliyle konuşmaları gerekiyor. Bugün de Farsça tamlamalara pek düşkün insanlar var. Türkçe’nin kendine özgü grameri yok mu? Her ne olursa olsun, kendi dilimizin gramer kurallarını ve kelimelerini kullanalım. Dil millî kültürün omurgasıdır; dilini kaybeden millî kimliğini, benliğini de kaybeder.