Son dönem ülke siyasetinde “günlük/anlık konuşma” modası zuhur etti. Kimilerinin hüner saydığı bu tutum nedeniyle; siyaset kurumunun giderek saygınlığını yitirdiği kamuoyunda nicedir tartışılıyor.
Adam bulmuş mikrofonu, hani derler ya; “Sallama!..” diye, tıpkı onun gibi…
“-17 Nisan’da siyasi ve ekonomik istikrarı yakalamış, güçlü bir Türkiye’ye uyanacağız.” diyor muhterem…
İnsan bu ya; hemen aklını şeytan çelebiliyor ve Temel’in dediği gibi;
“- Habu adamın bi bilduğu var.” kuşkusu akıllara geliyor.
Ya da; “- 16/17 Nisan gecesi ne/neler olacak ki, sabahleyin siyasi ve ekonomik istikrarı yakalamış, güçlü bir Türkiye’ye uyanacağız.”
Allah… Allah… Bir gecede!..
Keşke… Kim istemez, böyle olmasını?..
Bu özlem herkesçe paylaşıldığı için; kimileri bunun üzerinden esip-savuruyor.
Oturduğu koltuğu sağlama alma gayretine düşmüş akıllım!
Öyle bir desteksiz, afaki söylem ki; kargalar bile gülmez bu tutarsızlığa…
“Boş heybe” denir böylelerine…
Gerçeklerden yana söyleyecek kelam/söz bulamayanlar; “At martini Debreli, dağlar inlesin!” türü “desteksiz atışlar”la günü kurtarma heyecanının peşine takılınca, ister-istemez bu tutarsızlıklara tanık oluyor insan.
•••
“Çok Partili Dönem”in başlangıcı 1946 yılından bu yana, her seçimde/halkoylamasında kimi siyasetçilerin umut dağıtarak tutundukları koltuklarından kopmamak için başvurdukları ucuz yoldur “desteksiz atmak…”
“Cek”, “cak” ya da ” ceğiz-çağız” eklerini umut dağıtacak sözcüklerin arkasına eklemeyi başaran kimi siyasetçilerin dönemi bir türlü bitmiyor bu ülkede…
Hiç bir zaman geleceğin zorluklarından/sorunlarından söz edilmezken, buna karşın “aydınlık ufuklar” pazarlaması yapılıyor seçim günleri öncesinde…
Rahmetli Menderes de sanırım 1954 seçimleri öncesinde ülkenin “nurlu ufuklara doğru” gittiğini söylemişti. Sadece Menderes değil, daha niceleri…
Sonrasında “sıfıra sıfır, elde var sıfır” hesabı…
Yurttaş, mevcut sorunlarıyla boğuşmaya devam etti ister-istemez.
Yani, seçim öncesinde yapılan/yaratılan gürültü kirliliğiyle kafaları kazan yapıp, kalaylamak çok kolaydır kimilerine… Ama, bu işi bir de kalaycı mesleğinin ustalarına sormak gerek…
Öyle; şip-şak: “vur nişadırı, al parayı” örneği, gözboyamacılıkla “köprüyü geçme” güzeldir de; gerçeğin şamarını yiyen yurttaştır sonunda . Bunu yurttaş bilmeli önce…
•••
Bir sorum var: Siyasette niçin gerçeklerden kaçılır?
Bu sorunun yanıtını yurttaş merak edip bulmadıkça, ülke demokrasisinin olgunlaşacağını iddia eden varsa aklına şaşarım.
Demokrasiyi olgunlaştırmak için yurttaşı eğitmez; beyinleri bilimle, kültür-sanatla yoğurup olgunlaştırmazsanız, yukarıdaki örnekte olduğu gibi kendine yontan rende örneği, kimi siyasetçi devreye girer, “Sallar durur…”