Yazmakta biraz geç kaldım. Evvelki hafta meslektaşım Eyüp Akman ile birlikte Safranbolu’ya gittik. Hareketimiz öğleye doğru başladı, şansımızdan hava da çok güzeldi. Yol boyunca çevreyi inceledik, yorumlarda bulunduk.
Safranbolu’ya vardığımızda önce arabamızı park yerine bıraktık, merkezî bir yerde yemek yedik, çayımızı içtik. Sonra bizi bekleyen dostlarımız Kızıltan Ulukavak ve Aytekin Kuş beyleri ziyarete gittik. Sohbet koyulaştı, ilçenin turizmi ve diğer konular üzerinde konuştuk. Kızıltan Bey Safranbolu adlı bir kitap hazırlamış; bize de imzalayıp verdi. Kitap söz konusu olunca söyleşimiz hemen renklendi. Kitabı Karabük Üniversitesi bastırmış. Üniversite çevrenin kültür ve sanatına da katkıda bulunuyor.
Sohbet bitince Aytekin Bey bize çarşıyı gezdirdi, tarihî binaları tanıttı, bilgi verdi. Kendi ailesine ait eski bir konağı da görmek imkânımız oldu. Odalar mükemel; ahırından mutfağına kadar konağın eskiden kalan bütün unsurları değerlendirilmiş. Bir konak, her şeyi ile turizme böyle kazandırılır. Hayran olmamak elde değil.
Vedalaşırken Aytekin Bey çantamıza birer kutu nefis lokum ile safran kolonyası koydu, bizi uğurladı. Öncelikle konukseverliğine çok teşekkür ederim; Safranbolu için kendisini feda etmiş bir gönüllü.
Safranbolu’yu benim anlatmama gerek yok; zaten bir dünya şehri. Ancak bazı eleştiriler de yapayım. Eskiden kaldırımlar yerel taşlardan yapılırken son yıllarda, yer yer beton parkeler döşenmiş. Otantik kültüre hiç yakışmıyor. Ayrıca klasik çarşı kültürü ile bağdaşmayan birkaç dükkân da gördüm, hiç hoş değil. Safranbolu’ya özgü ürünler olmalı; söz gelimi domatesi, kavunu, karpuzu, üzümü her yerde bulursunuz. Meramımı anlatabildim sanıyorum.
Safranbolu turizmde çok mesafe almış. Hani şu ‘ileri demokrasi’ diyoruz ya, Safranbolu için de ‘ileri turizm’ diye bir kavramı beyinlere, turizm literatürüne yerleştirmek lazım. Bu konuda bizde de çok laf ediliyor ama önce Safranbolu’yu gidip incelemeli. Eski bir konağa iki yatak koymakla işler yürümüyor. Bu bir zihniyet meselesi; kültür, eğitim meselesi. Öncelikle turizm anlayışının, hizmet kavramının yerleşmesi lazım.
Safranbolu adına gelişmeler çok sevindirici. Geçmişte çok hakkı yendi. O bölgede en eski bir geçmişe sahip. İl olması gerekiyordu; 1926’da önce Zonguldak’a, birkaç yıl önce de Karabük’e bağlandı. Ne beis var, o şimdi bir dünya şehri.
Gelirken Araç Haber gazetesine uğradık, Abdullah Savaş Bey’in çayını içtik. Haftalık bir gazete, onbeş yıldır yayın yapıyor, Araç’ın sesi. Küçük, güzel bir mekânda hazırlanıp basılıyor.
Aynı yerde hem yazı işleri hem de matbaa makinesi olunca gazyağı kokusunu hissetmemek mümkün değil. Kastamonu gazetesinin eski halini hatırladım. Gür Pasaj’ın arkasındaki bahçede, ahşap bir binanın içinde kuruluydu bütün teşkilat. Gazyağı kokusu eksik olmazdı ama bahardaki dut ağacının güzelliği ve dutların nefaseti de başkaydı. Matbaanız mı var, gazetecilik mi yapıyorsunuz; mürekkebi de yalayacaksınız, gaz kokusuna da alışacaksınız. Elimize ulaşan bir gazetenin hazırlanışını kolay mı sanıyorsunuz?
Abdullah Savaş Bey ısrar etti; bize, kurucusu olduğu Harb Müzesi’ni gezdirdi. Yaptığı çalışmaları anlattı. Seyahatin en verimli tarafı bu müzeyi görmem oldu. Eline, yüreğine sağlık, büyük emek harcamış. Eskiden kalan askerî malzemeler; tüfek, tabanca, giyim eşyaları, ortopedik araçlar, şehit ve gazilerin fotoğrafları, künyeleri toplamış. Milli Savunma Bakanlığı’ndan Araçlı şehit ve gazilerin isimlerini almışlar. Rakamlar verdi; Balkan ve Kafkasya cephesinde 660 şehit var. İstiklal Madalyası sahibi 252 kişi. Bazılarının fotoğrafları çerçevelenmiş. Çanakkale’de 388 şehit, Kıbrıs’ta 1 ve Güneydoğu’da 15 şehit. Kore’de 36, Kıbrıs’ta 58, Güneydoğu’da 8 gazi görülüyor. Bütün bu savaşlardaki şehit ve gazilerin toplam sayısı 3637 vatan evladı. Başka rakamlar da almak mümkündü ama akşamın darlığına geldi, ferah bir zamanda gidip incelemek gerekiyor.
Araç’taki tarih öğretmenleri, yılda en az bir dersi burada yapmalı; çocuklar, gençler havayı solumalı. Sınıf adı verilen dört duvar arasında Çanakkale’yi, Sakarya’yı anlatmakla tarih bilinci yerleşmez. Öğretmenler kendi inisyatifleriyle öğrenci götürmez, götüremez. Kaymakamlık öncülük etmeli, okullara duyuru yapmalı. Araç’taki müze herkese örnek olmalı. Görüldüğü kadarıyla yer dar geliyor, malzemeler sıkışmış.
En son şunu söyleyeyim. Araç ile Safranbolu arasındaki yol bitmek üzere. Güzel de olmuş. Gecikmeden dolayı birkaç kez eleştiri yazısı da yazdım. Emeği geçenlere teşekkür ediyorum. Lakin eleştirime yine devam edeceğim. Araç ile Safranbolu arasındaki vadi zaten dar; su basar nitelikteki toprak çok az. Yol yaparken bereketli, nitelikli toprakları cömertçe kullanıyoruz. İnsanlık için dünyada, topraktan daha değerli bir varlık yok. Yol, otoban bir ülke için şart, elzem. Lakin toprak hepsinden kıymetli, hasis davranalım. Giden toprak maalesef geri gelmiyor. Her İstanbul’a gidişimde Düzce ve Adapazarı ovalarına hüzünleniyorum. Biraz kenardan gidilse, üç beş kuruş pahalıya mal olur ama kıyamet de kopmaz. Şimdi bize, oradaki toprağın getirisi ile ulaşımda sağlanan kazancı kıyaslarsak yol daha kârlı oluyor, diyebilirler. Unutmayalım bazı varlıkların değeri parayla ölçülmez. Unutmayalım ki atalarımız yamaçlarda oturdu, ovaları ekip biçti.
MUSTAFA ESKİ